İsrail'in Güvenliği mi? Yayılmacılığı mı?

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kudret BÜLBÜL’ün konuyla ilgili değerlendirmesini sunuyoruz. (Küresel Perspektif_16 (18.04.2018)

953930
İsrail'in Güvenliği mi? Yayılmacılığı mı?

Terminoloji içeriği de belirler. Kullandığınız kavramlar bir meseleye nereden baktığınızın, o mesele karşısında kendinizi nasıl konumlandırdığınızın ve neyi sorun ya da çözüm olarak gördüğünüzün ifadesidir.

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kudret BÜLBÜL’ün konuyla ilgili değerlendirmesini sunuyoruz...

Daha iyi anlaşılması için bir örnek verelim: “ılımlı İslam” kavramını tercih ederseniz, esasen sorunlaştırdığınız şey İslam olmuş olur. Bu kavram üzerinden konuştuğunuzda, kabaca “radikal, sert, cihadist, fanatik İslam türleri de söz konusu ama bütün bunlar arasında en makul olanı ılımlı islamdır” yaklaşımını benimsemiş olursunuz. Bu köşede daha önce yazdığım şekilde, “ılımlı Batı” kavramını tercih ettiğinizde ise, esasen Batının insanlığa verdiği birçok zarar bulunmakla birlikte, ılımlı olduğu durumda Batının insanlığa sunduğu/sunacağı katkılara dikkat çekmiş, bu nedenle ılımlı Batı ihtiyacına vurgu yapmış olursunuz.

Ortadoğu’ya yönelik analizlerde özellikle Suriye krizinde iki şey, iki eksiklik dikkati çekiyor. Birincisi bazen Ortadoğu’da sanki İsrail diye bir ülke yokmuş gibi analizler yapılıyor. Suriye krizinde de olduğu gibi, Ortadoğu’daki krizler bu ülkeyle ilgili değilmiş gibi İsrail ihmal edilebiliyor. Oysa İsrail’in kurulmasından sonra, Ortadoğu halkları belki de tarihlerinin en huzursuz dönemlerinden birini yaşıyorlar. Suriye krizinde de yine İsrail etkisi bazen unutuluyor ya da unutturuluyor. Bu durumun oluşmasında, Ortadoğu halklarının pek aşina olmadığı şekilde, İsrail’in sessiz ve derinden politikasının etkisini teslim etmek gerekir. Başlangıcından bugüne Suriye Krizinde kaybeden ülkeler sorulduğunda pek çok ülke sayılabilir. Ama bu krizden herhalde en fazla kazançlı çıkan ülke İsrail’dir. Çünkü krizle birlikte İsrail'in kendisine tehdit olarak hissettiği hemen hemen bütün ülkeler zemin kaybetmiş durumdadır. Başta Suriye olmak üzere, İran, Türkiye, Arap ülkeleri, bu krizden çok ciddi zarar görmektedir. Daha önce Filistinlilerin haklı davalarının yanında olan bazı körfez ülkeleri bugün adeta İsrail ile bir blok oluşturdukları görüntüsü vermektedirler.

Diğer taraftan İsrail’in Uluslararası toplumun, insan hakları kuruluşlarının, evrensel vicdanın karşı çıktığı insan hakları ihlalleri, yayılmacı politikaları, dikkatler Suriye’ye odaklandığı için daha az tepki topluyor.

Analizlerdeki ikinci eksiklik ise, genelde Ortadoğu özelde Suriye krizi bağlamında İsrail'i ihmal etmemekle birlikte sorunu İsrail'in güvenliği ile ilgili açıklayan yaklaşımlardır. Batılı analistler neredeyse tamamen, Ortadoğu kökenli analistler ise bazen analizlerinde “İsrail’in güvenliği” ifadesine yer vermektedirler. İsrail'in güvenliği perspektifinden meseleye bakınca, Ortadoğu'da yapılan onca yanlışlar, İsrail'in bugüne kadar yaptığı ve yapmakta olduğu onca mezalim adeta meşrulaştırılmış oluyor. Çünkü mesele güvenlik meselesi ise doğal olarak her ülke kendi ülkesine yönelmiş tehditlere yönelik gerekli önlemleri almak durumundadır. Burada bir ülke en fazla bu tedbirleri alırken, ölçüsüz davranmakla, insan haklarına ve temel özgürlüklere uymamakla eleştirilebilir.

Oysa yarım yüzyılı aşan bir süredir Ortadoğu’da karşılaşılan sorun İsrail’in güvenliği değil, İsrail’in yayılmacılığı sorunudur. Medyada sıklıkla yer alan ve 1947’den bugüne İsrail’in topraklarını ne kadar genişlettiğini gösteren harita bu gerçeği net bir biçimde ortaya koymaktadır. 1946’da Yahudiler Filistin topraklarında sadece belirli yerleşim yerlerinde ikamet ederlerken, bugün durum tersine dönmüştür. Bu harita Filistinlilerin yaşam alanlarının ne kadar daraltıldığının, yaşadıkları yerlerin adeta açık bir cezaevine çevrildiğinin açık ve acı bir ifadesidir. Gazeteci Mehmet Akif Ersoy’un, “hayalin ne” sorusuna, Gazzeli bir gencin verdiği cevap, yaşadıkları toprakların cezaevine çevrildiğinin hazin durumunu özetler gibidir: “Bir arabayla, İsrail tarafından herhangi bir kontrole takılmaksızın 180 km hızla yarım saat gidebilmek”…

Diğer taraftan, İsrail'in bugün sahip olduğu sınırlarda kalacağına dair bir işaret de söz konusu değildir. Bazı Yahudilerin Israrla karşı çıkmasına rağmen, Fanatik ırkçı ve siyonist Yahudilerin “Büyük İsrail İdeali” peşinde koştukları gizli bir gerçek değildir. İnternet üzerinde küçük bir araştırma bu gerçeğin görülmesine fazlası ile yeter. Büyük İsrail İdeali çerçevesinde Siyonist Yahudiler, içerisinde Dicle ve Fırat nehrine kadar Arapların, Kürtlerin, Türklerin ve diğer etnik grupların yaşadığı bölgelerin kendileri için “vaadedilmiş topraklar” olduğu iddiasını taşımaktadırlar. Bugün Suriye krizi bağlamında en fazla istikrarsızlık da, bu Irkçı Yahudilerin “Arzı Mevud” olarak gördükleri topraklar üzerinde yaşanmaktadır.

Gerek İsrail’in kuruluşundan bugüne izlediği politikalara bakıldığında, gerekse bugün bölgesel politikaları düşünüldüğünde, İsrail’in sürekli saldırgan bir politika izlediği ortadadır. İsrail’in güvenliği ifadesi, esasen kuruluşundan bugüne izlediği saldırgan ve yayılmacı siyaseti gizleyen bir işlev görmektedir. Bu nedenle, doğru terminoloji, İsrail’in güvenliği değil, İsrail’in yayılmacılığıdır



Әlaqәli Xәbәrlәr