Avrupa İslamı?

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kudret BÜLBÜL’ün konuyla ilgili değerlendirmesi.

1084668
Avrupa İslamı?

 

Bir süredir Avrupa’da yoğun bir şekilde Avrupa İslamı tartışması yaşanmaktadır. Daha çok Müslümanlara yönelik bir tartışma olmakla birlikte meselenin tarafları genellikle, Avrupalı devletler, güvenlik kuruluşları, batılı akademisyenler ve yazarlardır.

Tartışma esasen yersiz bir tartışma değildir. Küreselleşme süreçleriyle farklı kimlik, kültür, din ve dilden insanlık daha fazla iç içe geçmekte, birlikte yaşamaktadır. Bu birlikte yaşama Osmanlı devleti gibi ülkeler için çok bilinen bir durumken, Batı için yenidir. Önceki yüzyıllarda Batılı ülkelerin farklı din ve kültürden ülkelerle ilişkisi sömüren sömürülen ilişkisi iken, bu ülkelerden insanların Batıya göç etmesiyle Batılı ülkelerin farklılıklarla karşılaştığı söylenebilir. Bu dönem aynı zamanda modern, merkezi, tekçi bir ulus-devlet dönemi de olduğu için farklılıkların birarada yaşamasının daha da zorlaştığı bir dönemdir.

İslamla uyumlu bir Avrupa Kültürü

Farklı tarih, din ve kültüre sahip insanlar bugün daha fazla bir arada yaşıyorlarsa bu durumun doğuracağı sonuçlar açısından elbette devletler, kurumlar, aydınlar bu meselelerle ilgileneceklerdir.

Avrupa İslamından maksat, Avrupa’ya dışardan gelen farklı İslami pratiklerin değil, Avrupa’nın kendi içerisinden, İslam ile uyumlu pratiklerin öne çıkarılması ise bu durum gayet anlaşılabilir bir durumdur. Avrupa islamı ile anlatılmak istenen, dil, kültür, yöntem gibi alanlarda belirli oranda bir yerellik ise bunu zaten İslam kendi içerisinde öngörmektedir. Bu bağlamda Türkiye’deki İslam ile Uzakdoğu’daki, Balkanlardaki, Ortadoğu’daki İslam anlayışları ve pratikleri, özü aynı olmakla birlikte, belirli oranda birbirlerinden farklılıklar içerir. Bu çerçevede Avrupalı Müslümanların da insanların geldikleri coğrafyalarla uyumlu bir İslami pratik ve anlayışı değil, İslam dairesi içinde kalmak kaydıyla, islam ile uyumlu bir Avrupa kültürü, yaşayışı ve anlayışını öne çıkarmaları gayet anlaşılabilir bir durumdur. Nasıl ki Afrika’daki, Ortadoğu’daki, Uzakdoğu’daki gündelik yaşamı, uygulamaları, kültürel, folklorik unsurları, sanat, edebiyat anlayışını olduğu gibi Türkiye’de ya da bir başka ülkede yeşertmeye çalışmak hoş karşılanmayacaksa, bunu Avrupa’da da yapmanın hoş karşılanmayacağının farkında olmak gerekir. Hoş karşılanmama durumu esasen bu kültürel unsurların yanlışlığından değil, her toplumun, kendi coğrafyası ile uyumlu kendine özgü kültürel unsurları bulunduğunun bilincinde olmakla ilgili bir durumdur. Yaşanılan coğrafya bağlamında belirli oranda sahiplenilecek bu ortak kültür dışında, kuşkusuz açık ve medeni bir toplumda, farklı kültürler kendi kültürlerini yaşatma çabası içerisinde olabilirler.

İslam ile uyumlu bir Avrupa kültürü sadece Avrupa’ya gelenler açısından değil, Avrupa’nın kendisi açısından da değerlendirilmesi gereken bir durumdur. İslam ile uyumlu bir Avrupa kültürü dediğimizde, Avrupa’nın kültürel genetiğinde var olan ırkçılık, faşizm, Nazizm gibi unsurların da dışarda bırakılması gerekliliğinden bahsetmiş oluyoruz.

Avrupa İslamı vurgusu bazı durumlarda, Avrupa’ya gelenlerin, eşitlik, özgürlük, insan hakları, çoğulculuk, farklılıklarla birlikte yaşama gibi evrensel değerlere sahip olmadıklarını ifade etmeye yönelik olarak da kullanılmaktadır. Oysa Avrupalıların belki de yakın dönemde bu değerlerden daha fazla uzaklaştığı söylenebilir. Mültecileri insanlardan saymayan bir yaklaşım, yükselen göçmen ve islam karşıtlığı ilk akla gelenlerdendir. Kamuoyu araştırmalarında farklı olandan korku, iş arkadaşı ya da ev komşusu olarak kendisinden farklı olanı istememe oranları yükseliyor.

Özgürlükçü değil, güvenlikçi bir Avrupa İslamı Yaklaşımı

Yazılanlara ve Batılı devletlerin uygulamalarına bakıldığında Avrupa İslamı tartışması sivil, kültürel ve değerlere yönelik bir tartışma gibi görünmüyor. Avrupalı devletler bu tartışmaya daha fazla güvenlik boyutu ile yaklaşıyorlar. Zaten bu nedenle bu çalışmalar genellikle kültür, birarada yaşama, çoğulculuk, farklılık değil, güvenlik bağlamında, istihbarat ve güvenlik kuruluşlarınca yürütülüyor.

Bir güvenlik sorunu varsa kuşkusuz elbette güvenlik boyutu ile önlemlerini alacaklardır. Bu tartışmasızdır. Ama milyonlarca insanı ilgilendiren sivil, sosyal, kültürel, siyasal meselelere sadece güvenlik perspektifinden yaklaşmak meseleleri sadece derinleştirir. Devletlerin aşina olmadıkları, yeni durumlar için kurullar oluşturmaları son derece anlaşılabilir ve gerekli bir durumdur. Ama bu çabalar anlamaya yönelik olmalıdır. Bastırmaya, dönüştürmeye, mahkum etmeye yönelik değil. Avrupalı devletler bu nedenle kurdukları islam konseyleri gibi kurullara doğrudan ve çoğunlukla islam ile ilgisi olmayan isimleri atamak yerine, bu kurulların Müslümanlarca oluşturmasını teşvik etmelidir. Bu çalışmalar güvenlik ya da istihbarat ile ilişkili kuruluşlar tarafından değil, daha sivil kuruluşlarca yürütülmelidir.

Müslümanlara düşen…

Avupa İslamı bağlamında, Müslümanların üzerine düşeni yaptığını belirtmek ve sadece ilgili ülkeleri eleştirmek ahlaki bir tutum değildir. Bugün Batıda yaşayan Müslümanların eğitim, ekonomi, siyasal, entelektüel, akademik katılım sorunları varsa, suç işleme oranları yüksekse, çalışma kültürleri yeterli değilse kuşkusuz bu konularda Müslümanlara ve onların örgütlerine büyük sorumluluklar düşmektedir.

Keza yaşadıkları ülkelerde kendilerini temsil ve ifade sorunlarına işaret etmek gerekir.

İlgili ülke yetkilileri ile daha yakından çalışarak, doğrudan ve açık ilişkiler kurarak, oluşan/oluşturulan korku iklimini dağıtmaya yönelik çalışmalar ortaya koymaları beklenir.

Toplumsallığını kaybetmiş bir İslam Avrupa’ya ne kazandırır?

Belirli kesimlerin Avrupa İslamı ile ulaşmak istediği şey, topluma, aileye, insana dair, bütün iddialarından arındırılmış bir İslam ya da Müslüman arzusudur.  Oysa Avrupa’da, çöken aile, sahipsiz çocuklar, ensest, eşcinsel ilişkiler, uyuşturucu kullanımı dünyanın geri kalanı ile kıyaslanamayacak kadar yaygındır. Avrupa, toplumsal değerler açısından, insani olan her şeyin hızla kaybolduğu, yüksek ekonomik tatmin düzeyi nedeniyle insanlara meşru ve normal ilişkilerin yetmediği adeta bir azgınlık çağını yaşıyor. İslami değerler belki bu konularda, henüz işgal edilmemiş son kale. Bu nedenle topluma, aileye, insana dair iddialarını kaybetmiş bir Müslümanlık sadece Avrupa’nın çöküşünü hızlandırır.

Hristiyan ve Yahudiler de Müslümanlara destek vermeli

Böyle bir Müslümanlığın hiçbir şey kazandırmayacağını, Yahudilik ve Hristiyanlığın yaşadığı benzer süreçlerde gördük. Toplumsal değerlerin bu kadar erozyona uğramasından, ahlaki çöküşten, aşırı bencillikten Hristiyan ve Yahudilerin de rahatsız olduğunu düşünüyorum. Keza daha insani değerlerin tamamen ortadan kalkmasından rahatsızlık duyan sekülerlerin de. Esasen Hristiyanlık ve Yahudiliğin de özünde var olan, bu değerlerin ortadan kalkmasına onlar da tepki göstermelidir.

Avrupalı Müslümanlar kendi gündemlerine hakim olmalı

Bütün bunların ötesinde, Müslümanlar, Afrika’da da, Amerika’da da, Çin’de de, Hindistan’da da, Ortadoğu’da da ve konumuz açısından kuşkusuz Avrupa’da da kendi gündemlerine hakim olmalıdır. Nasıl mı? Haftaya devam edelim.

 

 



Әlaqәli Xәbәrlәr