Avropa içine Düştüğü Krizden Çıkabilir mi?
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kudret BÜLBÜL’ün konuyla ilgili değerlendirmesini sunuyoruz. (Küresel Perspektiv_12 (21 Mart 2018 )
Avropa içine Düştüğü Krizden Çıkabilir mi?
Avrupa’daki artan ırkçılık, faşizm, nazizim, islam karşıtlığı, farklı yaşam biçimlerinin tehdit olarak görülmesi, gittikçe içe kapanma gibi hastalıkların, Müslümanlar ve göçmenler üzerinden tartışsa da, Avrupa’nın esasen kendisinin ürettiği kriz olduğuna önceki yazılarımızda değinmiştik.
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kudret BÜLBÜL’ün konuyla ilgili değerlendirmesini sunuyoruz.
Daha önce, Avrupa’da yaşanan süreci Türkiye’nin 28 Şubat’ına benzetmiştim. (http://www.star.com.tr/acik-gorus/avrupayi-28-subatindan-kim-cikaracak-haber-1168353/) Alman İçişleri Bakanlığı verilerine göre 2017’de, sadece bir yılda Müslümanlara yönelik kaydedilen 950 saldırı yapılmış ise(günde yaklaşık 3 saldırı), gelinen durum o noktayı çoktan aşmış görünüyor.
Avrupa içine düştüğü bu bunalımdan çıkabilir mi?
Bunun için öncelikle krizin nedenleri üzerinde durmak gerekir.
Küresel belirsizlik: ABD, Rusya, Çin, Türkiye, Hindistan ve Latin Amerika’daki gelişmelerle dünyada 2.Dünya savaşı sonrası kurulan düzen çatırdıyor. Bu belirsizlik bütün ülkelerde belirli oranda gerginlik ve tedirginlik yaratıyor. Geleneksel ittifaklar ve düşmanlıklar yeniden sorgulanıyor. Bu anlamda ülkelerarası ilişkiler yeniden dizayn ediliyor. Ülkeler arasında blok ittifaklar ve karşıtlıklar yerine konu bazlı ittifak ya da karşıtlıklar öne çıkıyor.
Batı’nın küreselleşmeden yeterince kazanamaması: Avrupa ve ABD Küreselleşme süreçlerinden yeterince kazançlı çıkamadı. Çin, Hindistan, Brezilya, Türkiye gibi ülkeler bu süreçlerden daha fazla kazançlı çıkmaktadırlar. Bu nedenle başta ABD olmak üzere bazı ülkeler, daha önce şampiyonluğunu yaptığı serbest ticaret, gümrüklerin kaldırılması gibi küreselleşmeci politikaların tersini savunuyor. Küreselleşme süreçlerinden yeterince kazançlı çıkamamasından kaynaklanan Avrupa’daki ekonomik durgunluk, siyasal, sosyal, ekonomik, psikolojik pek çok konuyu olumsuz yönde tetikliyor.
Batı’daki söylem ve pratik hızla daha fazla küreselleşme karşıtlığına doğru evriliyor. Bu durum Batı için anlaşılabilir. Fakat küreselleşmeden kazançlı çıkmakta olan Türkiye gibi ülkelerde de entellektüellerin ve siyasi liderlerin, eski küreselleşme karşıtı söylemlerini sürdürmeleri, yeni gerçekliğin farkında olup olmadıkları sorusunu akla getiriyor.
Avrupa’nın çoğulcu bir geçmişinin olmaması: Avrupa’daki krizin önemli nedenlerinden biri de küreselleşme süreçleriyle farklı kimlik, kültür ve aidiyetlerin çok daha yakın ve görünür olmasıdır. Farklı aidiyetler uzak diyarlarda, memleketlerinde iken ‘hoşgörülebilir’di. Ama kapı komşusu, iş arkadaşı, işvereni, çalışanı olunca durum farklılaşıyor. Çünkü Avrupa’nın bu durumu tolere edebilecek, çok kimlikli, çoğulcu bir geçmişi yok. Avrupa’nın çoğulculuk ve farklılıklarla birlikte yaşama deneyimi sadece son yüzyıl için söz konusudur. Yüzyıl da tarihçiler için daha dündür.
Vizyonsuz liderler: Avrupa’daki merkez sağ ve sol partiler, yükselen aşırı akımlara karşı sağduyuyu öne çıkarmak yerine, oy kaybına uğramamak için daha fazla marjinal söylemleri benimsiyorlar. Bu durum neo nazi ve neo faşist partilerin yükselmesini engellemediği gibi, böylelikle merkez sağ ve sol partiler de aşırılaşmış oluyor. Bu durumun bir sonucu olarak Avrupa’da siyasal iktidarlar daha fazla aşırı sağ partilere kayıyor.
Asimile olmuş kesimlerin etkisi: Ülkeleriyle sorun yaşayarak Avrupa’ya sığınan, toplumsal karşılığı bulunmadığı halde siyasal alanı domine eden asimile olmuş kesimler, geldikleri ülkeler ile yaşadıkları ülkeler arasındaki ilişkileri fazlası ile zehirlemektedir. Avrupa’nın da teşvik ettiği asimile olmuş bu kesimler, diğer taraftan, kendi pozisyonlarını meşrulaştırmak için asimile olmayan, kendi kimlik ve kültürü ile yaşadıkları topluma katkı vermek isteyen göçmenlere karşı tahripkar bir tutum izlemektedirler. Ülkelerindeki göçmenleri ve göçmenlerin geldikleri ülkeleri, teşvik ettikleri asimile olmuş kesimler üzerinden okumak, Avrupa’yı daha hoşgörüsüz, daha tehditkar, daha sığ ve daha fazla içe kapanık hale getiriyor.
Asimile olmuş legal kesimlerin yanı sıra Batının kucak açtığı göçmen ülke kökenli terör örgütlerinin faaliyetleri de Avrupa’nın bu ülkelerle ilişkilerini zehirleyen diğer unsurlardan biridir.
Avrupa’nın krizinin nedenleri yukarıdaki gibi açıklanabilirse, kısa sürede bu krizin aşılabileceğine dair çok fazla umut görünmüyor. Çünkü yukarıdaki nedenler bugünden yarına değişebilecek nedenler değil. Dönem dönem bu tür krizlerle karşılaştığında, risk alan vizyoner liderler ancak ülkelerini düzlüğe çıkarabilirler. Maalesef Avrupa’da vizyoner liderlerin sayısı ve etkinliği gün geçtikçe azalıyor.
Bu tür durumlarda aydınlar, entellektüeller de önemli bir rol oynayabilir. Avrupa’nın içine düştüğü bu kriz ve krizden nasıl çıkılacağına dair, Avrupa’daki özgürlükçü ve çoğulcu kesimlerde yeterince farkındalık var mı? Alman Nazizmini ve İtalyan Faşizmini yaşamış yaşlı kıtanın aydınlarının bu gelişmelerin farkında olmamaları düşünülemez. Ama bu kesimlerin çabaları, krizi durduracak ve tersine çevirecek düzeyde değil. Bu nedenle onların sesi gün geçtikçe kısılıyor. Irkçı partilerin oyları sürekli artırıyor. Özgürlük alanları gittikçe daralıyor. Bu alanlar şimdilik göçmenler ve Müslümanlar için daraltıldığı için çok fark edilmiyor ve önemsenmiyor.
Ben Avrupa’nın içine düştüğü bu krizden kısa vadede çıkabileceğine dair maalesef çok umutlu değilim. Önce içerisindeki farklılıkları, sonra da Avrupa’nın kendisini daha kötü günlerin beklediği düşüncesindeyim. Yanılmayı gerçekten çok isterim. Dilerim, Avrupa bu kez yeni bir cihan savaşı olmadan hatasını anlar. Gittikçe kararan geleceğinin, daralan özgürlük alanlarının kendisini nereye sürükleyeceğinin farkına varır. Yine de biz üzerimize düşeni yapalım. Yazılarımızla Avrupa’yı karşı karşıya olduğu kriz konusunda uyarmaya, çıkış yolu göstermeye, çözüm önermeye devam edelim.