Global Perspektif_4
Suriye: insanlık için turnusol kağıdı
Bazen, ödenen çok ağır bedellerden çok ağır dersler çıkarılır. Keşke bu ağır bedeller ödenmeseydi de, bu dersler de çıkarılmasaydı dersiniz.
Bu durum belki de en fazla, geride çok acı dersler bırakan Suriye krizi için geçerlidir. Arap Baharı, diğer kapalı toplumlar gibi Suriye’yi de yakından etkiledi. Suriye halkının, on yılların kara kışından, baskıcı rejiminden başlarını kaldırmaya başladıklarında, karşılaştıkları şey, ne istediklerine dair bir anlama çabası değil, diktatör rejimlerin temel tepkisi olan ezme hareketiydi.
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kudret BÜLBÜL’ün konuyla ilgili değerlendirmesini sunuyoruz.
AB Değerlerinin Kıyıya Vurması
İran’ın askerleri ile birlikte bizzat savaşta yer alması, Rusya’nın Esad rejimini desteklemesi ve Batılı ülkelerinin bir çözüm perspektifinin olmaması gibi nedenlerle Suriye’de iç savaş iyice derinleşti. Yüzbinlerce insan öldü/öldürüldü. Milyonlarca insan ülkesini terketmek zorunda kaldı.
AB ülkeleri Suriye kriziyle, mülteciler kendi kapılarına dayanıncaya kadar nerede ise hiç ilgilenmediler. Mülteciler sınır kapılarına vardıktan sonra, Batı’da gösterilen tepkiler insanlık adına utanç vericiydi. Daha önceleri, çoğulculuk, birlikte yaşama, insan hakları, eşitlik, özgürlük, yaşam hakkı gibi pek çok konularda hep başkalarına eleştiride bulunan AB ülkelerinin çoğu, bu değerlere dair ilk sınavda sınıfta kaldı. Mültecilerin de bu değerlere layık insanlar olduğu görmezden gelindi. AB ülkelerinin çoğunun tek derdi/değeri mültecilerin sadece kendi ülkelerine gelmelerinin engellenmesi oldu. Bu noktadan sonra kıyıya vuran Aylan bebek gibi kimsesiz, çaresiz, zavallı bebekler değil, aslında AB değerleri idi.
Türkiye: Avrupa demokrasilerine katkı veren ülke
Mülteciler konusunda, Ürdün, Lübnan ve Türkiye’nin de bir an için AB ülkeleri gibi politikalar izlediğini, kapılarını insanlığa/mültecilere kapattıklarını varsayalım. Bu durumda milyonlarca mülteci AB ülkelerinin kapılarını zorlayacaktı. AB’ye ulaşabilen çok az sayıdaki mültecilerin bile bu ülkelerde insanlık dışı tepkilere neden olduğunu, yükselmekte olan faşist ve nazist akımları güçlendirdiğini düşündüğümüzde, herhalde Avrupa’nın insanlık ve değerler krizi çok daha fazla derinleşecekti.
Türkiye tek başına 3,5 milyon Suriyeliyi kendi topraklarında ağırlamasına, Suriye konusunda açık kapı politikası izleyeceğini deklare etmesine rağmen, bu politikaları izleyen iktidar partisi oylarını artırıyor. Türkiye’nin bir kentinin, Kilis’in tek başına ağırladığı mülteci oranı pek çok AB ülkesinin kabul ettiğinden daha fazladır. Bir AB ülkesinin 130 mülteci kabul edebileceğini belirtmesine dönemin Kilis valisinin yanıtı çok tarihiydi: “O ülke zahmet buyurmasın, ben o kadarına evimde de bakarım”.
Avrupa’da ise partiler göçmen, mülteci, yabancı ve islam karşıtı politikalarla birbirleriyle yarışarak oylarını arttırma çabası içerisindeler. Avusturya’da “sıfır mülteci” vaat eden parti, seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Pek çok Avrupa ülkesinde faşist ve nazist partiler yükselişte. Bazı ülkelerde koalisyonu oluşturuyorlar. Aşırı sağ daha fazla yükselmesin diye merkez sağ ve sol partiler de çoğu ülkede radikalleşiyorlar. Kuşkusuz gittikçe içe kapanan ve geleceği gittikçe karartan Avrupa’nın bu krizi, insanlık için çok ciddi riskler içermektedir. Bugün Avrupa’da hala aşırılığa kaymayan demokratik partiler iktidara gelebiliyorsa, bunda mülteciler konusunda Türkiye ve bölge ülkelerinin insanüstü gayretlerinin önemli bir yeri vardır.
İran’a ve körfez ülkelerine nerede ise hiçbir Suriyeli sığınmacının gitmemiş olması ise herhalde başlı başına üzerinde durulması gereken bir konudur.
Zeytin Dalı’na karşı kara propaganda
Gelinen noktada, DEAŞ yenilgiye uğratılmasına rağmen, küresel aktörlerin Suriye sorununun çözümüne değil adeta derinleştirilmesine dair politikaları dikkat çekmektedir. Bu durum maalesef Suriye’ye özgü değildir. Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de “Uluslararası Koalisyon’un müdahale ettiği hiçbir yerde bu ülkelere istikrar gelmemiştir. Tersine ölüm, gözyaşı, büyük göçler ile bu ülkeler daha fazla yaşanamaz hale gelmişlerdir. Bu durumun bütün maliyetlerini de bölge ülkeleri ödemek durumunda kalmıştır/kalmaktadır. Bu nedenle bu tür krizler karşısında, öncelikle, çözüm için, hiçbir maliyet ödemeyecek olan uluslararası değil, bölgesel koalisyonlar aranmalıdır.
DEAŞ yenilgiye uğratılmasına, iç savaş durulma eğilimine girmesine rağmen, ABD’nin PYD/YPG’ye binlerce tırlık silah desteğine devam etmesi, YPG’yi bir “sınır gücü”ne dönüştürmeye dair açıklamaları Türkiye ve bölge ülkelerinde haklı olarak şiddetli tepkiyle karşılanmaktadır. PKK ve PYD Türkiye ve bölge ülkelerinde onbinlerce insanı katleden bir terör örgütüdür. Ladin’in El Kaide’sinin, ABD sınırındaki bir ülkede “sınır gücü” oluşturması ABD’de nasıl anlaşılacaksa, PYD’ye silah verilmesi ve “sınır gücü” açıklaması, Türkiye ve bölge ülkelerinde o şekilde görülmektedir. Türkiye kendini savunmak, bölgesel istikrar, insanları bu terör örgütünün esaretinden kurtarmak ve kendisine yönelebilecek yeni bir göç dalgasını engellemek amacıyla haklı olarak Zeytin Dalı Harekatını başlatmıştır.
Türkiye’nin bu meşru harekatı, bazı merkezler tarafından ısrarla çarpıtılmaktadır. Zeytin Dalı Harekatının en önemli nedenlerinden biri, Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumaktır. Çünkü ABD destekli PYD/YPG terör örgütü Irak’tan Akdenize kadar olan bölgeye, adım adım yerleşmekte ve Suriye’yi bölmektedir.
Türkiye’nin teröre karşı hareketi Kürtlere, karşı imiş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Usame Bin Ladin’e karşı yapılan operasyon Araplara karşı değil, nasıl ki teröre karşı ise Türkiye’nin yaptığı da aynı şekildedir. On yıllardır terör üreten bir örgütün sınırlarında bir terör bölgesi oluşturmasına izin vermemektir. Kaldı ki, Türkiye’de ve bölgede yaşayanlar PKK’nın Suriye’deki adı ile PYD/YPG’nin en ölümcül saldırıları kendilerini desteklemeyen Kürtlere yaptıklarını çok iyi bilirler.
PYD/YPG kendi bölgesinde kendisine destek vermeyen Kürtler, Araplar, Türkmenler ve gayri müslim gruplara etnik temizlik yapmaktadır. Buradan kaçan milyonlarca insan Türkiye’ye ve bölge ülkelerine sığınmış durumdadır. Bu durumda sorulması gereken soru, ABD destekli terör örgütünün bölgenin asıl sahiplerinin geri dönüşüne neden izin vermediğidir. Türkiye’nin operasyonu, bölgeyi terörden temizleyerek, bütün etnik ve dini unsurların ülkelerine geri dönüşüne de kapı aralamaktadır.
Bütün savaşlar gibi elbet bir gün bu savaş da bitecektir. Önemli olan, geriye baktığımızda, çoğunu kaybetmiş olsak da, bu ve benzeri savaşlarda, gelecek nesillere bırakabileceğimiz hangi değerleri koruyabildiğimiz, kurtarabildiğimizdir.