Batı’ya “Dair” Nasıl Bir Konumlanma?

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kudret BÜLBÜL’ün konuyla ilgili değerlendirmesini sunuyoruz. (Küresel Perspektif_30. (25.07.2018)

1018455
Batı’ya “Dair” Nasıl Bir Konumlanma?

  Son iki yüzyıldır, Batı dışı toplumların nerede ise tamamında az ya da çok bir Batılılaşma süreci yaşanmaktadır. Bu durum esasen Batı’nın ve onun medeniyetinin bu süreçte elde ettiği baskın karakterden kaynaklanmaktadır. Batı ile mücadelelerinde yenik düşen toplumlar, çözüm olarak belirli oranda bir batılılaşma sürecine girmektedirler.

  Batı dışı toplumların Batıya yenik düşmelerinin nedeni kuşkusuz sadece Batıdaki gelişmeler değildir. Bu toplumların kendi tarih, gelenek, kültür ve medeniyetlerinden kendilerini çağın gereklerine göre yeniden üretememeleri, kendi özgün yürüyüşleriyle, ortaya çıkan ihtiyaçları ya da karşı karşıya oldukları tehditleri bertaraf edememeleri, mevcut durumun belki de en önemli nedenidir. Bu toplumların kendilerine dair özgün bir yürüyüş, ontolojik bir bakış, epistemolojik bir kavrayışla arayışlarını sürdürmeleri gerekir ki gelecek yüzyıllarda varlıklarını devam ettirebilsinler.

  Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kudret BÜLBÜL’ün konuyla ilgili değerlendirmesini sunuyoruz.

  Bu toplumların bu arayışları kuşkusuz devam edecektir. Ama hayat devam ediyor. Batı dışı toplumlar “önce kendilerini yenilesinler sonra Batı ile ilişkiye geçsinler” denilemez. Bir taraftan bu çabalarını sürdürürken, diğer taraftan kaçınılmaz olarak doğu, batı, kuzey, güney ile ilişkilerini sürdürmek durumundadırlar. Hayat durdurulamaz çünkü. Burada kendi ontolojik duruşunu netleştirmeden Batı dışı toplumların Batı ve onun medeniyeti ile nasıl bir ilişki kuracağı, Batıya dair nasıl bir pozisyon alacağı sorusu akla gelebilir. İslam medeniyeti gibi büyük medeniyetler dün ortaya çıkmış, köksüz medeniyetler değildirler. Uzun yüzyılları aşan birikimleri, çok farklı toplumları bir arada yaşatabilme deneyimleri ile hali hazırda zaten kendi deniz fenerlerine, temel referanslarına sahiptirler. Bu deniz fenerleri bugün karşı karşıya kaldıkları sorunların çözümü için fazlası ile aydınlatıcıdır. Kaldı ki bir din olarak islamın gelişi de tek seferde değil, hayatın içinde karşılaşılan durumlara bağlı, adeta uygulamalı olarak zamana yayılmış bir şekildedir.

  Batı dışı toplumlar, bir taraftan kendilerini kendi köklerinden çok yönlü yeniden üretme çabaları devam ederken Batı’ya dair nasıl bir tutum ya da konumlanma içerisinde olacaklardır?

  Bu sorunun yanıtı dün de önemliydi, ama bugün daha da önemlidir. Batının son iki yüzyıllık süreçte tüm dünyada etkisi daha da artmıştır. Daha da önemlisi bugün Batı dışı toplumlardan on milyonlarca insan Batı’da yaşamaktadır. İçerisinde yaşadıkları coğrafyayla, Batılı toplumlarla kuracakları ilişki hayati derecede önemlidir.

  Gerek işgal politikaları nedeni ile Batı dışı toplumlarda, gerekse asimilasyon politikaları nedeni ile Batı’da yaşayan batı dışından gelen topluluklarda Batı karşıtlığı oldukça yaygındır. Batının işgal ya da asimilasyon politikalarına maruz kalan insanların karşıtlık duygusu anlaşılabilir. Bununla birlikte bazen, bu karşıtlık duygusu sadece batı ile sınırlı kalmamakta, hayatın bütün alanlarını kuşatabilmektedir. Anti-Batıcı, Anti-modernist, Anti-kapitalist, Anti-küreselleşmeci yaklaşımlar her alanda görülebilmektedir. Karşıtlık duygusu, bazen bireylerin Yaratıcı’ya vermedikleri bir gücü, karşı oldukları nesneye verebilmeye kadar uzanabilmektedir. Moderniteye, küreselleşmeye, Batıya, Siyonizme, bütün dünyayı çekip çevirdikleri, hayatın her alanını kuşatıp, istedikleri her şeyi elde ettikleri gibi tanrısal bir güç vehmedilebilmektedir.

  Kuşkusuz Batı ve Medeniyeti içerisinde karşı çıkılması gereken çok sayıda unsur bulunmaktadır. Yanlış olan, özgüvenle yapılan değerlendirmeler sonrasında yapılan karşı çıkışlar değil, toptancı karşı çıkışlardır. Belki bir çaresizlik, yenilmişlik, kuşatılmışlık, eziklik duygusu içerisinde her şeye karşı olma ve karşı olduğu şeye tanrısal bir güç vehmetme bireyler için rahatlatıcı olabilir. Kitlelere, özellikle gençlere cazip gelebilir. Karşıtlık üzerinden pek çok şey yıkılabilir. Ama karşıtlık ya da bir şeyin antisi olarak, özgün bir iddiası olan hiçbir şey kurulamaz. Bir insanın, ideolojinin, bakışın kendisini karşıt olduğu şey üzerinden tanımlaması, kendisini karşıt olduğu şeyin belirlemesi, biçimlendirmesi demektir. Karşıtlık üzerinden kendini tanımlamak, tersinden karşıt olunan şeye teslim olmaktır çünkü.

  Diğer taraftan, bir tepkisellikle karşıtlık üzerinden konumlanmak, olanca rahatlatıcılığına rağmen, kuşatılmışlığı daha da derinleştirmekten, hayattan, dünyadan ve gerçeklerden daha da koparmaktan öte ne katkı sunabilir? Sadece karşıtlık üzerinden konumlanmak, insanın kendini sorgulamasını, karşıt olunan şeyin doğrularını ve olası işbirliği imkanlarını da ortadan kaldırdığından, esasen çözümsüzlüğü ve içerisinde bulunulan çaresizliği daha da derinleştirir Böyle bir tepkisellik genellikle karşısında konumlananlar tarafından da şiddetle desteklenir. Haşhaşiler ile Haçlılar arasındaki ilişki, bugün radikal akımlarla Batılı bazı istihbarat örgütleri arasındaki ilişki bu durumun somut örnekleridir. Oysa bugün ihtiyaç duyduğumuz şey bizi daha da kuşatan çözümsüzlüğü derinleştiren, gittikçe içe kapanan, mağlubiyet psikolojisi ile her şeye karşı çıkan, her şeyi reddeden değil, özgüvenli bir şekilde meselelerin üzerine gidebilmektir. Bu nedenle karşıtlığın cazibesine, sözün şehvetine, retorik güzellemelere, entelektüel gevezeliklere düşmeden, sağduyulu ve özgüvenli bir şekilde her tarafla ilişki kurmak gerekir.

  Meseleye böyle bakınca, “Batı karşısında” değil, “Batıya dair” nasıl bir konumlanma sorusu ile söze başlamak gerekir. Çünkü “Batı karşısında” ifadesi, daha meselenin başında bir karşıtlığı ifade etmektedir. Karşıtlık üzerinden yapılacak her türlü konumlanma bizi kendi yolumuzdan saptıracak, tersinden karşı olduğumuz şeyin belirleyiciliğine teslimiyetle sonuçlanacaktır. Diğer taraftan “Batı karşısında” bir konumlanma arayışı doğal olarak Batıyı merkeze alan bir pozisyon alıştır. Oysa Batı dışı toplumların kendi inanç, kültür ve medeniyetlerini merkeze alarak bir pozisyon almaları gerekir. Bizim açımızdan ise, bakış açımızı doğal olarak İslam ve medeniyeti, kendi tarihimiz ve kültürümüz belirlemelidir.

  Peki bugünün koşullarında Batıya dair nasıl bir konumlanmaya, bakış açısına sahip olmamız gerekir?

  Tartışma esasen yeni bir tartışma değildir. İki yüz yılı aşan bir geçmişe sahiptir. Bu deneyimler ışığında, değerlendirmemize devam edeceğiz.



Әlaqәli Xәbәrlәr